26 yıl önce Düzce'de, Düzce'yi sarsan, Düzce'yi yıkan bir deprem oldu.
Hani “bir musibet bin nasihatten evladır” der ya şu coğrafyaya bir bakın. Bizanslılar’a, Osmanlı'ya, Bitinya Uygarlığı’na bakın. Bizim şu anda yerleştiğimiz alan komple ekim ve dikim alanı, iş alanı. Dağların yamaçlarına böyle yerleşim yeri yapmışlar. Tabiatla oynamayacaksın.
DEPREM BİR MUSİBET BİR NASİHATTİ BUNU DEĞERLENDİREMEDİK
26 yıl önce akşam saatlerinde sarsıldık, yıkıldık. ‘Sesimi duyan var mı?’ feryatlarını yaşadık. Buradan baktığımızda ne oldu? İstanbul Caddesi, Spor Sokak, Gaziantep Caddesi… Kaldık.
Düzce bu depremden sonra açılabilirdi. Düzce’de bu depremden sonra yeniden bir şehirleşme yapılabilirdi. Modern bir şehir haline gelebilirdik. Ama ne olduk? Antep'te Düzce Caddesi var mı? İstanbul Caddesi'nin anlamı ne? Bir memlekete değer veren, katkı sağlayan, değerlendiren isimlerle anılır caddeler. Ne katıyor Düzce’ye onu bilmiyoruz. Ancak Antep ve İstanbul Caddesi ismini verdiğiniz yerlerde yaşam aynı yaşam. Yine sıkıştık kaldık. Düzce'yi çok yönetmek isteyenler, yönetenler, yönlendirenler, siyaseti ve riyaseti istemediler.
Bu alanların, farklı alanların açılmasını, farklı bir yapının oluşmasını istemediler. Hükmettiler. Hüküm sahiplerine, irade sahiplerine, idare sahiplerine hükmettiler. Geldiğimiz nokta bu. Canımız da yandı ve bugün Düzce'de yıkılması gereken birçok bina var. Ciddi bir depremde birçok cana mal olabilecek kentsel dönüşüme giren alanlar var. Şu anda onları aşamadık. Peki Düzce yeniden yapılansaydı ne olurdu? Yeniden yapılansaydı Düzce modern bir şehir olsaydı, şehrin bir yakasından bir yakasına geçerken sabah 8 tane 10 tane en az 5 tane ışıkta beklemek zorunda kalmazdık. Düzce böyle yönetildi bugüne kadar. Hani il olma kültürüne yavaş yavaş eriyoruz. Eremedik, İnşallah ereriz.
12 Kasım'da bundan 26 yıl önce ahirete intikal edenlere Allah rahmetiyle muamele eylesin. İnşallah bir daha bu acziyetlerden, çaresizliklerden, öngörüsüzlüklerden bahseden bir anma yıldönümümüz veya bir felaketimiz olmaz. Bu musibetten bir ders çıkarmamız lazım. Çıkaramadığımızı görüyorum veya düşünüyorum. Siz ne düşünüyorsunuz bilmiyorum.
BAŞIMIZ SAĞOLSUN ŞEHİTLERİMİZ VAR
12 Kasım deprem. Akabinde Gürcistan semalarında bir askeri kargo uçağımız düştü. 20 tane şehidimiz var. Allah bizi şehitlerimizin şefaatine nail eylesin. Şehitler biliyorsunuz ölmez ve buna birileri farklı farklı yani odaklar yerleştirmeye çalışıyorlar. Ama burada şu var: Devlet olmak, devletlü olmak ve devlet aklıyla hareket ettiğiniz zaman baktığınızda bunun kendine göre sebepleri vardır. Milletin konuya hakim olmasından ziyade, milletin buna dua etmesi lazım.
DEPREMİN YILDÖNÜMÜNDE PANAYIR YAPIYOR
MAHALLE YANIYOR SAVAŞ PANAYIR YAPIYOR
SEN HANGİ MAHALLEDENSİN?
Şimdi 12 Kasım depremi, yıldönümü, 20 tane şehidimiz var. Ancak Yığılca’da da panayırımız var. Anlayışı görüyor musunuz? Depremin yıl dönümünde Yığılca’da panayır var. Ne panayırı var? İşte bir panayır. Belediye başkanı panayır düzenliyor. Tarihe hiç mi bakmadın? Yani 20 tane şehidin olduğu yerde şenlik olur mu? Bu Yığılca’yı anlamak mümkün değil.
OĞLUN İNANMIYORSA SANA YIĞILCA NASIL İNANSIN
Dün (11 Kasım) akşam saatlerinde Yığılca Eski Belediye Başkanı Muzaffer Yiğit bir paylaşım yaptı. Yaptığı paylaşımda Yığılca Yolu’nun Sayın Cumhurbaşkanı’na kendisi tarafından arz edildiğini, konuya Hasan Doğan'ın dahil olduğunu, birebir özel telefonlar alarak takip ettiğini, 120 milyona burasının ihale olduğunu, akabinde de iki tane köprü, bir tane tünel noktasında bir çalışma olduğunu fakat bunu cumhurbaşkanının bu talimatını siyasetçilerin engellediğini yazdı.
Biraz daha detaylı bir şey. Sabahleyin baktım kaldırmış. Aradım kendisini. Dedim ki niye kaldırdın başkan? Güzel bir gündemdi. Dün de Talih Özcan Düzce Milletvekili mecliste bunu gündeme taşıdı. ‘Oğlum kaldırmış’ dedi. E oğluna niye sormadın o zaman dedim. Oğluna sorsaydın ya. Sen yazdıklarına oğlunu inandıramıyorsan Yığılca sana nasıl inansın ey Muzaffer Yiğit? Soyadın gibi hareket etseydin keşke. Zaten Yiğit soyadları olanlar bazen bu yakıştırma, onu taşıyamıyorlar.
YIĞILCA YOLU BU İKİ GÖNÜL İNSANINA MI KALACAK?
Şimdi Yığılca’da bir Tarık Akça diye bir kardeşimiz var. Bir de Adil Eren diye bir kardeşimiz var. Bunlar gece gündüz Düzce Yolu’nu, Yığılca Yolu’nu anlatıyorlar. Ya Muzaffer Yiğit hani bir şey tutmuşsun şu Adil kadar, Tarık kadar veya oradaki insanlar kadar bir dertlenip de bir doğru dursaydın. Yazıyı kaldırmış. Talimat geldi veya birinden korktu. İşte sıkıntı burada. Yığılca Yolu’nu ben sürekli gündemde tutuyorum. Niye tutuyorum? Yığılca Yolu Düzce'nin, gerçekten Yedi Göller’e ulaşmasında, o bakir coğrafyadaki o güzelliklere, o coğrafyaya ulaşmasında çok büyük ama çok büyük katkı sağlar. Bu hissen, nefsen, hırsen, hesaben, siyaseten ne derseniz deyin alet edilebilecek bir şey değil. Eğer bu yolun müdafaası Adil ile Tarık Bey'e kaldıysa, Muzaffer Yiğit sen orada neyin siyasetini yapıyorsun? Ey Selami Savaş...
Şimdi bir olayın bir boyutu daha var burada. Burada Yığılca Yolu’na ayrılan ödenekle çevre yoluna ayrılsın diye bir tasarruf var. Yani Yığılca’ya hiç araçlar girmeden çevreden gitsin. E mevcut yolu yapın. Bu konuyla ilgili bir gayret var bakanlıkta. Herhalde bir sapma olmayacak. Çevre yolu da olsun, Yığılca Yolu da olsun. Ama doğru dürüst olsun. Kimse bu işten siyasi rant, siyasi hesap çıkarmasın. Bir Adil kadar, bir Tarık kadar bu işte dertlenen Yığılcalı idareciler yoksa, bu memlekette düşünmek lazım.
Hoşça kalın, Dostça kalın, Allah'a emanet olun.




